Kimin eli kimin cebinde?
Yeni Vietnam IRAK
Askeri
kuvvet dengelerini göz önünde bulundurursak, hangi tarafın galip geleceğinden savaşın başından itibaren kimsenin şüphesi yoktu. Seçilmiş ve arındırılmış resim ve haberler ile ekranlarda seyrettiğimiz sıcak savaş, iki hafta sonra sona ermiş, bunun sembolik vurgusu olarak ta başkent Bağdat´ın kent meydanındaki Saddam heykeli yerlerde sürüklenmişti. Bu, şüphesiz Irak´ta yeni bir dönemin başladığına bariz bir ifade olarak görüldü. Devrik lider
Saddam Hüseyin´in zaman zaman yayınladığı direniş çağrıları da bu durumu değiştiremedi. Önce rejimin yönetici kadrosu teker
teker yakalandı, daha sonra Saddam´ın iki oğlu bir operasyon sonrası ölü olarak ele geçirildi. Amerikan desteğiyle ilk Körfez Savaşında Saddam´a karşı ayaklanan ve
ABD´nin Saddam´ı devirme fikrinden vazgeçmesi üzerine onun kanlı hışmına uğrayan Şiiler, aynı hatayı tekrarlamak istemiyorlar ve sukunet içinde
beklemekteydiler. Ta ki, Saddam´ın pejmürde bir şekilde bir fare deliğinden çıkarılarak CNN kameralarından dünyaya sefil görüntülerinin yayınlanmasına kadar. Eski Baas rejiminin kesinkez bir daha geri
dönmeyeceğinden emin, ilk olarak yıllardır İran´da sürgünde bulunan Şii lider Sistani çok kalabalık bir karşılama ile ülkesine döndü. Yüzde 65%´inin Arap Şiilerin oluşturduğu Irak halkı, otuz senelik Baas rejimi zarfında, tamamen azınlık Sünni aşiret ve aileler tarafından yönetilmişti. Bir buçuk milyon Şii´nin kafileler halinde aynı anda Kerbela´ya doğru yollara dökülmesini Amerikalı generaller güneş gözlüklerinin arkasından kuşkulu ve şaşkın bakışlar içinde seyrettiler. İşte o zaman, ülkede hangi kesimin ezici çoğunlukta hakim olduğunu anlamışlar ve bu grubu da mümkün mertebe tatmin kılma çabası içine girmişlerdi.
Resmi savaşın sona erdiği açıklamasına rağmen cephe gerisi saldırı ve tahrikler aralıksız devam etti. Olayların özellikle Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı Felluce-Bağdat-Tikrit üçgeninde meydana gelmesinden yola çıkarak, Saddam Hüseyin
bizzat sorumlu tutuldu ve onun yakalanması ile direnişin sona ereceği umuldu. Tikritli Hüseyin´in yakalanması sonrası saldırılar ve bombalı eylemler artarak devam edince, bu tezin isabetsiz
olduğu görüldü. Kerbela´da bombaların patlaması ve Aşure kutlamalarında meydana gelen kanlı olaylar üzerine de, sorumlular “Sünni teröristlerin“ safında arandı. Sırasıyle “yabancı teröristlerden“, el-Kaide militanlarından, paralı eylemcilerden vs. söz edildiyse de, Amerikalı askeri yetkililer, direnişin Sünni-Şii ayırımını geride bıraktığını, dini veya etnik kimlik taşımadığını görmezlikten geldi. Stratejistlerin hesaplarında mezhep ayrımı olgusu çok fazla ön plandaydı; fakat bu, gerçeği yansıtmıyordu. İthal edilen yöneticiler »Irak Geçici Konseyi« adı altında toplanarak bir nevi manda hükümeti oluşturuldu. Ülkeye demokrasi vaadiyle giren Amerikalılar nedense gerçek manada demokratik seçim izni ver(e)miyordu. Nitekim,
olası serbest bir parlamento seçimini ezici çoğunlukla Şiilerin kazanacağını
ABD de biliyordu ve bu da onlar için bölgede
“ikinci bir İran“ demekti. Direnişi yerel ve istisnai vakalar olarak görmeye çalışan Amerika bunun böyle olmadığını en geç BM binasına yapılan saldırı ile anladı. CNN´in üstelik “direnişçi“ yerine “isyancı“ kelimesini tercih etmesinin ardında da, Amerikan başkanlık seçimi öncesi Irak´taki olayların gerçek boyutunun kamuoyundan saklanması politikası yatmakta. Orta yaş Amerikalılara, öldürülüp yerlerde sürüklenen veya köprü
başlarına cesetleri asılan Amerikan askerleri, bir sendrom haline gelmiş olan Vietnam´ı hatırlatıyor. Sihirli kelime olan Vietnam´ın Irak ile bağlantılı aynı cümle içinde telafüz edilmesi, halk morali ve Bush´un
reytingi açısından sakıncalı olacaktır.
Amerikalılar Necef´e giremez
Şiilerin kutsal saydıkları kentlerden olan Necef, bir kaç haftadır gündemde. 30 yaşını henüz doldurmamış genç bir imam olan Mukteda el-Sadr bir cami kürsüsünden
açıkça Amerikan askerlerini kafir ilan ederek, tüm
Irak halkını ´cihad´a çağırmakta. Babası 2000 yılında Saddam tarafından öldürülen el-Sadr´ın bir ağırlığının olmadığı ve sadece babasının hatırına bulunduğu konuma geldiği biliniyor. Karizma sahibi olmamasına ve vaazlarını kuru bir dille kağıtlardan okumasına rağmen, özellikle Şii gençler nazarında yeni bir Ladin gibi bir üne sahip. Bu böyle
olsa da, iki haftadır abluka altında tutulan ve el-Sadr´ın teslim olmaması durumunda Necef´i yerle bir etme tehdidinde
bulunan Amerika´nın, buna hiç bir zaman cesaret edemeyeceği kesin. Daha kentin önlerinde dört günde 65 Amerikan askerinin birden
öldürülmesi, el-Sadr´ı Vietnamlı general Ho-Chi-Minh ile karşılaştırmak için belki erken olabilir. Ama
Amerika´da Kasım ayında başkanlık seçimlerinden duymuş olacak ki, el-Sadr son Cuma hutbesinde Bush´a şahsen atıfta bulunarak şöyle konuştu: “Bush, seçimi kazanmak istiyorsan,
askerlerini buradan al ve evine defol!“ ABD Başkanı için ikinci şok el-Sadr´ın ikinci cümlesinde gizliydi. Sadr aynen, “Sünni
kardeşlerimizle bizim bir problemimiz kalmamıştır!“ diyordu.
Şiilerin tartışmasız en büyük kısmı üzerinde nüfuzu bulunan lider olan el-Sistani, şu ana kadar Amerika´yı açıktan tehdit veya tenkit etmekten kaçındı. Ancak Necef´e ayak basmaları halinde ayaklanmayı başlatacaklarını söylerken de genç Sadr´a yanında oldukları mesajı veriliyordu. Şiilerin topluca başkaldırması senaryosunun Bush´un ve Amerikalı generallerin uykusunu kaçırdığı mutlak.
Gündeme son iki haftadır yansıyan diğer bir husus ta şüphesiz sıklaşan rehine vakaları. Savaşın, veya şimdilik direnişin diyelim, yeni bir safhada yürütüldüğünü gösteren bu olaylar, bölgede asker bulunduran diğer devletler arasında büyük bir şok yarattı. 11 Mart´taki Madrid hain terör saldırısının da şokuyla İspanya, askerini önümüzdeki günlerde Irak´tan
tamamen çekmiş olacak. Rehin edilen Japon ve Korelilerin TV
bantları, o ülkelerin kamuoyunda inanılmaz etki yaparak amacına ulaştı ve geleneksel olarak pasifist toplum olan zengin
Japonya´da tarihinde ilk defa hükümete karşı yürüyüşler düzenlendi. Bir İtalyan´ın naklen öldürülmesine karşın, 8 Rus´un tekrar serbest bırakılması, birer sembolik mesaj niteliği taşıyor.
Vietnam savaşında yerli halkın direnişini sadece komünist olmalarına bağlayan Amerika, aynı hatalı indirgemeyi bugün Irak´ta yapıyor. Marksist ideolojisine rağmen Ho-Chi-Minh öncelikle kendi halkının hürriyeti için mücadele eden bir milliyetçiydi.
Iraklıların işgale direnişinin gerçekte siyasi bir boyutu olduğunu göremeyen ABD, meseleyi sadece Şii-Sünni ayrımından ele alırken hata yapıyor. Bu tür ayrımın bugün Irak´ta hiç te o kadar önemli olmadığını, Iraklıların şu an ´halk´ olarak işgalin sona ermesini istediklerini bilmiyorlar.
SAYFA
BASI
Yazarın
diğer
yazıları:
Yeni
Vietnam IRAK
Binbir
gece kabusu ülkesi
SUUDİ ARABİSTAN
Ortadoğu
Terör
– nedir, ne değildir?
Saddam -
ne idi, ne oldu, ne olacak?
İyi
ve Kötü üzerine
SAYFA
BASI
|