DİYALOG
Prof.
Dr. İbrahim Ortaş
|
|
iortas@cu.edu.tr
|
Kuş
Gribi ve Bilime Verdiğimiz Önem
Kuş Gribi mi öldürüyor? Yoksa
Bilgisizlik Ve İlgisizlik mi?
Geçen yıldan bu yana konunun doğrudan tarafı
olanların dışındaki bir çoğumuz, kuş
gribi diye bir vakayı ilk defa duyar olduk. Ağrı’nın
Doğubeyazıt ilçesinde üç bebeğini kaybeden
babanın şu sözü her baba için ne denli zor bir
durum, “oğlum ‘baba beni kucağına al dedi’
ve yanağıma bir öpücük attıktan sonra can
verdi”. Bilemiyorum siz nasıl karşıladınız
ancak bir baba olarak bunu kaldıramam. Gerçekten birer gün
ara ile üç körpe yavrunun ölmesi ve ailelerin birinin acısı
bitmeden diğerini toprağa verirken acıyı
da yüreklerine gömmesi içler acısı. Ölümlerin
ardından ailelere Allah’tan sabır dilemekten başka
yapılacak hiçbir şey elden gelmiyor ama tavuk
gribine karşı her birimize ve yetkililere söylenecek
çok şey var.
Sorun Ne? Sorumlu Kim? Devlet Nerede? Önlem Alınamaz mıydı?
Son birkaç gündür yetkililerin söyledikleri
kafa karıştırıcı nitelikte. Gerçi
birkaç aydır her gün bu konu konuşuluyordu ancak işin
içinde ölüm olunca işler değişti. Ortalıkta
konuya vakıf kimse de yok açıkçası. Resmen
bir bilgi karmaşası yaşanmaktadır. Kimin
olayı ne kadar bildiği de meçhul. Yetkililer
Van’da ayrı tedbir alıyor, Ağrı’da başka,
Balıkesir de başka. Anlaşılan bu konuda hükümetin
resmi bir politikası ve hazırlığı da
yok. Bilim otoriteleri de maalesef depremde olduğu gibi
halkı tatmin edecek net bilgi sunmada başarılı
olamıyor.
Üniversitelerin tıp fakülteleri
ve veteriner fakültelerinin klinik mikrobiyologlarından
başka kimse bu konuda bir şey bilmiyor. Doğu ve
Güneydoğu Anadolu da sınırlı sayıdaki
doktorun da ne yapacağı belli değil. Herkes bir
yerlerde bağırıyor, bir panik almış
başını gidiyor. Bildiğiniz gibi doğru
dürüst doktor yok, ekip yok. O kadar eksik ve yokluk var ki.
Ölen çocukların yakınları yetkililerin
ilgisizliğinden yakınıyorlar. Devlet babanın
böyle günlerde vatandaşın yanında olması,
acıları bir nebze olsun hafifletir. Ancak insanların
bilgisi ve bilinci dışında gelişmiş
bu tür ulusal nitelikteki soruna sahip çıkmak gerekir.
Yalnızca siyasi selam vermek değil, gerçekten yüreği
yanan bir ailenin yanında olmak, onlara sahip çıkmak
bir daha bu tür vakaların olmaması için kurumlar
olarak ne yapılabilirliğini ortaya koymak gerekiyor.
Her Kafa Sağlıklı Olmadığı Gibi, Her Tavuk da
Hasta Değil
TV ekranlarına yansıdığı
kadarı ile bölgede işler içler acısı.
Neredeyse şehirlerin bile kırsalı anımsattığı
bölgenin tamamında, şehir merkezlerinde bile küçük
ve büyük baş hayvan yetiştiriciliği yapılmaktadır.
Vatandaşın protein kaynağı olan yumurta ve
tavukların bir anda elden çıkarmasını
istemek, hiç de gerçekçi değil. Şu ana kadar 600
binden fazla kanatlının itlaf edildiği
yetkililer tarafından belirtiliyor. Tabii bütün
hayvanların hasta oluğunu söylemek yanlış
olur. Hükümet ile toplantı yapan bazı çevreler
kapalı kümeslerdeki diğer yüz binlerce kanatlının
da devlet tarafından parasının ödenmesi koşulu
ile yok edilmesini istemektedirler. ACABA BİRİLERİ
BU İŞTEN ZENGİN Mİ OLMAK İSTİYOR?
Sorusu akılları terk etmiyor.
Vatandaşın evinin bir parçası
olan tavuğundan koparılmasını istemek zor.
Bilinen özdeyiş ile “altın yumurtlayan tavuk”
örneğindeki gibi, tavuk vatandaşın günlük geçimi
için son derece önemlidir. Vatandaş devlete tavuğunu
teslim etmemek için hayvanlarını saklamaktadır.
Doğal olarak belirli bir bilinç olamadığı
için de hastalanan tavuğunu telef olmasın diye
yemeye çalışıyor. Nihayet Doğubayazıt’taki
olayda böyle gelişmiştir. Bir tavuk işletmecisi
TV ekranları karşısında tavuğunun
hasta olamadığını göstermek için tavuğun
kafasını ağzına alıyor ve öpüyor.
Kimi bağrına basıyor. Olacak iş değil.
Bu kadar cehalete ne demeli. Tabii hemen sormak lazım,
neden bu insanlar halen eğitimsiz ve bilinçsiz. Bunun
da bir nedeni olması gerekir. Sanırım hepimiz
bundan sorumluyuz.
Hayvan Hakları İhlali Yaşanmaktadır
Ekranlara yansıyan görüntüler yine tüyler ürpertici
nitelikte. Beyaz ve acayip (astronot tipli) giyimli yetkililer,
mahalle aralarında çocuklara toplattıkları
tavukları torbalara koyarak diri diri çukura atıp
üzerini toprak ile örtmesi veya benzin dökerek canlı
canlı yakması yüreklerimizi burkuyor. Resmen bir
hayvan katliamı yapılamaktadır. Dünyanın
başka bir bölgesinde olsa hayvan hakları
savunucuları ayağa akaklar. Kazılan çukurlardan
kaçan tavukların yetkililer tarafından yeniden
yakalanıp kuyuya atılması ve üzerine dozer ile
toprak kapatan görüntüler tüm Türkiye’de üzüntü
yaratmıştır.
AB standartlarında hayvanların büyütüleceği
alanların genişliğinin ne olması gerektiği
bile belirlenmiştir. Hatta hayvan hakları dersleri
de veteriner fakültelerinde okutulmaktadır. Ancak ülkemizde
bırakın hayvan haklarını savunmak, biz
daha insanların temel haklarına savunamadık. Dünyanın
her tarafında hayvan hastalıkları söz konusu
olduğu zaman karantina tedbirleri alınabilir. İngiltere’de
deli dana hastalığı söz konusu olduğunda
bilim kurulu belirli bölgedeki hayvanları itlaf etme
kararı verdi. Kaldı ki kuş gribinin aşısı
var. Ama bizler yanlış politikalar sonucu, elimizde
var olan aşı merkezini bile kapatmış
durumdayız.
Etik Sorun Yaşanmıştır
Bugün bu dilsiz ve sağır hayvanlara yapılan resmen
bir insanlık ayıbı. Bu anlayış insanın
kendisini dünyanın efendisi olarak görmesinden
kaynaklanıyor. İnsan her şeyin sahibi o yaşamın
her unsurunu belirler. Tabii bu da insanın felsefe ve
ekoloji bilgisinin yetersizliğinden kaynaklanıyor.
Bilemiyorum ileride insanlar bizlerin bu anlayışını
nasıl değerlendirecektir. Ancak şimdiden söyleyelim
ki bizleri barbar olarak tanımlayacaklardır. Bugün
dünyanın bir çok bölgesinde insanın yaşadığı
bir çok bulaşıcı hastalıktan dolayı
o bölgenin tüm insanlarını yok etmeyi düşünürümsünüz.
Verem, kolera, veba halen dünyanın baş belası
salgın hastalıklar. Bunlara karşı toplum
sağlığının gerekleri sağlıkla
ilgili bilim insanları tarafından yerine getirilir.
Ancak bu bölgenin insanları dünya için tehlike saçıyorlar
diye çukurlara canlı canlı toplatılıp üzerine
benzin dökülmez.
Unutmayalım bu dünyada her canlının ekolojik yaşama
bir katkısı vardır. Her canlının,
insan dahi, bir doğal koruma mekanizması ve savunma
sistemi vardır. Kuş gribi de bu doğal
mekanizmalardan biri diye düşünüyorum. Sanırım
veterinerlerin ve zoologların bir açıklaması
olacaktır.
Kuş gribi olayı bir etik sorun olarak algılanmalıdır.
Hayvanlara karşı nasıl davranılacağı
ve hastalanması durumunda ne yapılacağı
benim de üyesi olduğum “biyoetik” derneği tarafından
yeniden düşünülmelidir.
Köy Tavuğu Olmadan Nasıl
Ekolojik Tarım Ürünü Yetiştireceğiz
Bir taraftan organik tarımı geliştirelim derken, Sağlık
Bakanı kuş gribi ile mücadele için “köy tavuğu
ve köy yumurtası kavramı tarihe karışmak
zorundadır” diyor. Diğer taraftan doktorlar çocuklara
köy yumurtası önermektedir. Çoğumuz da halen
pazarda köy yumurtası arar dururuz. Köy yumurtasının
sağlıklı olduğu konusundaki tartışmasız
üstünlüğü önerirken, diğer taraftan köy tavuğu
yetiştiriciliği artık tarihe kavuştu demek
vatandaşın kafasında çelişkiler yaratmıştır.
Tabii bunu köylülük belirleyecektir. Çünkü toplumumuzun
çoğunluğu halen kırsalda yaşamaktadır.
Köy ile kent arasındaki temel ayrımlardan biri köylerin
doğa ile iç içe yaşamalarıdır. Bu niteliği
gereği tavuk, ördek, koyun keçi, inek ve bir binek veya
yük taşıma hayvanı at veya eşeği
olur. Bunlar köylülüğün vazgeçilmezleridir. Bu
nedenle tavuksuz-ineksiz bir köy düşünülemez.
Kuş Gribi Konusunda Önlemimiz Var Mı?
Pekâlâ, sorun nedir? Neden ülke olarak bu veya benzeri durumu çok
önceden öngöremedik? Binlerce yıldır yaban kuşların
iklimin etkisine göre göç ederek yer değiştirdikleri
güzergâh üzerindeki ülkemizde bu hastalık görülmüyor
muydu? Anadolu coğrafyasının kuzeyden gelen kuşların
ülkemizden geçtiği bir göç yolu olduğunu hepimiz
biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki bu hayvanlar bu virüsü taşıyorlar.
Pekâlâ, neden bu hastalığa karşı önlem
almadık? Yoksa bu güne kadar köylerde aralıklarla
birden bire ölen tavuklarınki kuş gribiydi de biz
mi bilmiyorduk?
Bilinçsiz Kırsal Halen Ne Yapacağı
Konusunda Aydınlatılamadı
Sonra bu işi neden bu kadar büyüttük, onu da anlamakta
zorlanıyoruz. Dünyanın her tarafından bu tür
salgın hastalıkları olmakta ve buna uygun önlemler
alınmakta ve toplumda belirli konularda uyarılmaktadır.
Bu hastalık doğu bloğu ülkelerinde de görüldü
ancak toplum bilinçli olduğu için, ne hasta tavuklar
kesilerek yenildi ne de hayvanları yakalamak için kullanılan
eldivenler uluorta sokağa atıldı. Ülkemizde ölen
çocukların bağışıklık sistemi
zayıf, aile bilinçsiz, ölü hayvanı uzaklaştırmak
için kullanılan eldivenler sokağa atılmış
çocuklar da o eldivenler ile oynaması ile hastalık
bulaşmıştır.
Sorun toplumsal sağlık bilinci eksikliği yanında
temel bilim bilgisi eksikliği yaşanmıştır.
Temel biyoloji bilgisi dâhilinde yumurta ve tavuk etlerinin
70–80 C derecede ısıtılması veya kaynatıldıktan
sonra işlem görmesi için toplum aydınlatılır.
Hayvanlarını kısa süreliğine de olsa kümeslerde
tutulması önerilebilir. Hasta tavuklara dokunulmaması,
ölenlerin ise eldiven kullanılarak ortamdan uzaklaştırılması
ve toprağa gömülmesi öğretilebilir. Son iki
haftadır ortalıkta çok söz var, ancak icraat yok.
Hayvanat Bahçesi Yetkililerinin Duyarlılığı
Örnek Niteliktedir
Bu konuda Ankara Hayvanat Bahçesi Yetkilileri çok yerinde bir
tedbir alarak, kuşların bulunduğu yerin etrafını
plastik branda ile kapatıp dışarı bırakmamaktadır.
Nesli tükenmek üzere olan sınırlı sayıdaki
kanatlıyı kuş gribi var diye toplayıp yok
etmek mi gerekir? Yoksa akılcı önlem mi almak
gerekir?
Devletin Bilime Verdiği Önemin Yansımasını
Yaşıyoruz
Sorun biyoloji biliminin ilgi alanı içindedir. Tarım,
hayvan, gıda ve besin zincirinin son halkası olarak
insan sağlığını ilgilendiren bütün
süreç biyoloji biliminin temel ve uygulamalı bilim
dalları içinde oluşmaktadır. Ülkenin geleceğini
planlamak, uzun ve kısa sürede olası sorunlar ve
planlar yapmak, çoğu zaman akla bile gelmemektedir.
Bu kuş gribi süresince görülen manzara, konuyu birinci
elden anlatacak ve toplumu ikna edecek bilimsel otoritenin
olmasıdır. Bu kabahat üniversitelerin değil,
bu konuya gerekli ilgiyi maddi ve manevi olarak göstermeyen
yetkililerindir. Bilindiği gibi ülkemizde temel
bilimlere, çok para kazanmadığı için çok
fazla ilgi gösterilmiyor. Bugüne kadar yapılan yanlışların
temelinde popüler kültüre yapılan yatırımın
daha çok oya dönüşeceği üzerine kurgulanmıştır.
Daha önce temel bilimlerin önemini belirtmek için “kuşun
nasıl uçtuğunu bilmeyen uçak yapamaz” diye yazmıştım.
Şimdi aynı yerdeyiz. Biyoloji/Zooloji bilimi yönünden
üvey evlat muamelesi görmektedir bilim kuruluşlarımız.
Konunun bir diğer alt alanı olan mikrobiyoloji çok
daha önemli olup ülkemizde sağlık nedeniyle tıp
fakültelerinde biraz işlenmektedir. Dünyada fakülteleri
bulunmaktadır. Ülkemizin bütün bu konuları bugünden
düşünerek geleceğe yatırım yapması
gerekir.
Hayvanların Öldürülmesinde Bilim Kuruluşlarının
İzni Var mı?
Ancak bizde herhangi bir bilim
kurlunun kesin olarak saptadığı ve verdiği
bir karar yok. Bakanlıklarda yapılan açıklamada
elimizde yeterli eleman yok deniyor. Ancak biliyoruz ki Tarım
Bakanlığında bir zamanlar 60 bin olan ziraat mühendisi,
veteriner ve teknisyen sayısı yanlış
politikalar sonucu bugün 25 bin civarına geriletilmiştir.
Sorun yanlış politika sonunu bugün adamsızlık
bahanesi ile çaresizliğimizi belirtiyor. Neredeyse son
20 yıldır tarım bakanlığı ciddi
anlamda sınav ile eleman almamıştır. Hep
sağdan soldan bakanlığa geçiş yapan
elemanlar ile durum idare edilmeye çalışılmaktadır.
Bir şandan binlerce ziraat mühendisi ve veteriner
hekimin işsiz olması bahane edilerek ilgili fakültelere
ilgisizlik yaratılmakta; diğer tarafta yaşanan
en küçük bir sorunda ise ne yapalım eleman yok deyip işin
içinden çıkı verilmektedir.
Manisa’daki “Tavuk Aşıları Üretim ve Tavuk Hastalıkları
Araştırma Enstitüsü” Neden kapatıldı?
Sonra belirli kuşların
da ana vatanı niteliğindeki bu ülkede kuşlardan
kaynaklanacak hastalık taşıyıcı vektörler
ile ilgili ne tür işlem yapıldı, bunu sormak
gerekir. 7 Ocak 2006 tarihli Can Dündar’ın Milliyet
gazetesindeki yazısı 1982 yılında
Manisa’da bu konu ile ilgili bir enstitünün kurulduğu
ve iki yıl önce de zarar ediyor veya kar etmiyor diye
kapandığını belirtiyor. Can Dündar’ın
konu başlığı “Kuş gribi konusunda
esprideki gibi- Ortadoğu ve Balkanlar'ın en büyük
araştırma enstitüsünün Türkiye'de olduğunu
biliyor muydunuz?”
İki yıl öncesine kadar
Manisa’daki “Tavuk Aşıları Üretim ve Tavuk
Hastalıkları Araştırma Enstitüsü”nün
koruyucu eğitim de verdiği ve hastalığın
aşısını da ürettiği belirtiliyor.
Veteriner Hekimler Derneği Dergisinin geçen ayki sayısında
Sayın Adnan Serpen bu Enstitü'de bir veteriner hekim ve
müdür olarak 11 yıl görev yaptığını
belirtiyor. Ve Enstitünün gelişimini şöyle
belirtiyor, 1982'de Manisa'da kurulan Enstitü UNDP'nin ve
FAO'nun da desteği ile 1987'den itibaren aşı üretimine
geçmiş; İngiltere ve Macaristan'dan bilgi transfer
edilmiş; piyasaya daha bol ve ucuz aşı sağlanmış;
üretilen aşılar Orta ve Uzakdoğu'ya ihraç
edilir olmuş. 1988'de, 1990'da, 1996'da uluslararası
Tavuk Hastalıkları sempozyumları düzenlenerek
yabancı uzmanlar yerli üreticiyle buluşturulmuş.
Bilimsel
araştırmalar yapılmış. 1993'te hastalık
Marmara'da göründüğünde Enstitü tavuk yetiştiricilerinin
imdadına koşmuş, hastalığı ve aşıyı
anlatan bir kitapçığı ücretsiz dağıtmış.
Ancak 2003 yılında elektrik masrafı ve diğer
giderleri yüksek bulunduğu için kapatılmaya karar
verilmiştir.
Sayın
Serpen’in belirttiğine göre Manisa Araştırma
Enstitüsü şimdi teçhizat ve ekipmanlarıyla
birlikte İzmir'de farklı bir alanda hizmet veren başka
bir enstitü içinde bir odaya hapsedilmiş durumdaymış.
Şimdi İzmir'deki o enstitüyü de kapatmaya hazırlanan
Tarım Bakanlığı, yapılan
reorganizasyonla Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü'nü
de kaldırmış.
Pekâlâ,
bu denli alt yapısı oluşmaya başlamış
bu enstitü neden kapatıldı? Sorun yalnızca
masrafların yüksek olması mı yoksa devlete ait
her şeyi elden çıkarma furyasının bir
devamı mı? Yoksa başka yerden serum almak daha
mı kolay? Hem de aracı firmalar ve kişiler kar
mı ediyor? Ya ölen canlılar ve çocuklar?
Tarım Kuruluşlarına Peşkeş mi Çekiliyor?
Maalesef ülkemizin ilk şekillendiği dönemde tarımsal
çok sayıda araştırma kuruluşu kurulmuştu.
1924 yılından itibaren her alanda araştırma
kuruluşları kurulmuş, hastalık ve zararlılara
kaşlı zirai mücadele, hayvan hastalıkları,
bitki yetiştiriciliği, tohumculuk enstitüleri
kurulmuştu. Vaktiyle Ülkemizde toprak su teşkilatı
vardı ve ülkenin her tarafına hem hizmet götürüyordu,
hem de bilimsel araştırma yapıyorlardı. Üniversitelerin
de çok sayıda araştırma birimi vardı, araştırmacı
özelliği vardı. Bütün tarım işletmeleri
teker teker elden çıkarılıyor, var olanların
arsaları kimlere peşkeş çekilecek belli değil.
Maalesef ülkemizin en ciddi sorunu olan devlette devamlılık
ve kurum kültürü, yerini siyasi kayırmacılığa
bırakıyor. Sistemin kişilere bağlılığı
ve çok oynak olan siyasi yapısı gereği, kısa
sürelerle birbirinden farklı bakış açısına
sahip insanların yönetime gelmeleri ile herkes kendi
kadroların kuruyor. Yeni gelen kadrolar, geçmişin
gelişmelerini bilmedikleri için bir çırpıda
bir çok şeyi söküp atabilmektedirler. Böyle olunca hiç
kimse uzun süreli plan ve program yapamıyor. Bu da bugün
bir bütün olarak yapıyı kilitlemiş,
verimlilik yok ve ciddi bir laçkalık ve güvensizlik
yaratmıştır.
Özetin özeti ise yaşanan kuş gribi sorunu bilgisizlik,
ihmal ve sorumsuzluğun sonucudur. Dünyanın organize
olmuş bir ülkesinde, bu tür sorunlar çok hızla önlenebiliyor.
Bir kez daha gördük ki, en küçük bir sorun da bile
organize olamıyoruz. Kimin ne yapacağını
bilmediği görülüyor. Ortalıkta konuyu bilen
yetkili organ yok. Binlerce sağlıklı kanatlı
hayvanı zamanında gerekli önlemleri almadığımız
için kolay yoldan itlaf etme gibi kolay bir yolu seçerek üstesinde
gelmeye çalıştık. Umarım bunun arkasında
birilerinin zenginleşmesi çıkmaz.
Bir kez daha gördük ki, sorun insan kaynaklı. Temel sağlık
bilgisi eksikliği yanında devletimizin bilime verdiği
önemin boyutu bir kez daha ortaya çıkmıştır.
Binlerce yılık doğal kuşların geçiş
yolunda yaşanan doğal bir olay yıllardır
ve bugün süren ihmalkârlıklar sonucu büyük bir
felakete kapı aralamaktadır. Anadolu insanı eğer
bu kadar fakirleştirilmeseydi, her halde hasta tavuğunu
yemezdi. Biraz da bu cepheden bakalım. Sorun, öncelikle
bütünsel bakamamaktan kaynaklanıyor. Sorunun
yoksullukla bağı kurulamıyor.
Organize olmuş, bilinçli ve bilgili bir toplum yaratma dileği
ile nice yıllara ve bayramlara.
SAYFA
BAŞI
Yazarın
diğer
yazıları:
Kuş
Gribi ve Bilime Verdiğimiz Önem
Yeni Yıl
Bilim ve Üniversitelere Ne Getiriyor, Ne Götürüyor?
SAYFA
BASI
|