BAKIŞ
Mahmut Aşkar
|
|
askar@turkpartner.de
|
İdealizmle
Modernizm Arasındaki İnsan
Çocukluğunu
saraylarda geçirmişler de, benim gibi çamurdan kerpiç
evlerde yokluk ve yoksulluk içinde, yazın sıcaktan
kavrulan, kışın soğuktan donan ayaklarına
doğru dürüst bir pabuç bulamamışlar da, yeri
ve zamanı gelince; “ah o günler!..” diyerek maziye
olan hasretini dile getirir. Tüketim toplumunun birer parçası
haline gelen kendi nesillerimizle çocukluğumuzu kıyaslarken;
nasıl da ufak-tefek şeylerle ( o zamanlar) mutlu
olduğumuzu çocuklarımıza anlatır dururuz.
Hiper-süper marketlerin olmadığı, sadece
mahalle veya köy bakkalını tanıdığımız,
her evde olmasa da radyo dinlediğimiz, televizyon denilen bir aletten haberdar bile olmadığımız,
uydu-çanak, bilgisayar-internet, marka-murka giyeceklerin,
cep-mep telefonlarının henüz daha icad olmadığı
bir devirde biz çocuk ve yetişkin insanlar şimdikinden
daha mutlu ve huzurluyduk. Çamaşır-bulaşık
makinaları, mutfak robotları, elektrikli süpürgeler
ve bilmem daha neler neler piyasalarda yokken, kadınlarımızla
şimdiki kadar problemli değildik. Bütün bunları
anlatırken, yeniliğe, teknolojiye karşı
olduğumuz neticesini sakın ola çıkarmayasınız!..
“Her gün ortaya çıkan ve (çılgınca yarışan
dev üretim makinalarını doyurmak için sayı,
kalite ve tür bakımından tüketim hacminin genişlemesi
amacıyla) gittikçe artan maddi ‘ihtiyaçlar’, halkı
tüketim kulları haline getirmektedir. (1)”. Tüketim
kulu olan, sadece kadınımız mı?... Çocuklarımız
ve hatta kendimizle de şimdiki kadar kavgalı değildik.
Alım gücü olanlar, her yeni üretimi satın alarak
“tüketim kulluğu”nu yerine getirirken, çoğu
zaman ihtiyaçlarından dolayı değil, sistemin yönlendirmesiyle
bunu yapmaktadırlar. Sistemin sloganı; çok kazanıp
çok tüketmektir. Buna göre, cebinize ne kadar çok para
girerse, o kadar çok da ihtiyacınız vardır. Bu
ihtiyaçların neler olduğunu, kendinizden ziyade tüketim
ekonomisine dayalı sistem belirler. Maddi imkânları
müsait olmayanların ise vay haline!... Çocukların
televizyonlarda, mağazaların cemakânlarında
ve çevrede gördüklerinden, hanımınızın
komşu evde gördüğü son moda mutfak aletleri,
koltuk takımları gibi demirbaşlardan
alamıyorsanız, ailece deniz sahilinde tatil
yapamıyorsanız, Allah yardımcınız
olsun, işiniz zor!.. Bir de eski model arabanızın
yerine yenisini alamıyorsanız, arkadaşınızın
son model arabasını gördükçe için için
kendinizi yer bitirirsiniz.
Hem fert ve hem de aile olarak siz, modernizmin kurbanı
ve bahtsız evlatlarısınız. Çok kazanıp
çok tüketen siz; sermayenin kölesi, az kazandığı
halde çok tüketmesi gereken siz ise; sermayedarın
esirsiniz. Her iki hâlde de, şayet bu girdaptan kurtulma
gayreti ve niyetinde değilseniz, ömrünüz almak, bazen
de aldığınızdan daha fazla (borçlanarak)
vermekle geçer. Halbuki siz, şayet idealleriniz varsa,
her arz edilene taleple karşılık vermek
mecburiyetinde değilsiniz. Mutluluğu tüketmekte
arattıran modern hayat anlayışı, insanı
mutlu kılamaz! Tüketim malzemelerinin türünü her geçen
gün biraz daha arttırarak daha fazla kazanmayı
hedefleyen sermaye, insanları varlık içinde yokluğa
ve mutsuzluğa sürüklemektedir. Onun için bizim nesil kıtlıkta
mutluydu fakat bizden sonrakiler varlıkta mutsuzlar.
19. yüzyıla kadar imparatorluklar devri, 20. yüzyıl
ise ideolojiler çağıdır. Herkes kendine göre
doğru bildiği bir yol tutmuş gidiyordu. Monarşizm,
faşizm, liberal kapitalizm, sosyalizm veya kömünizmler
çökmeğe, idollar tükenmeğe, heykeller yıkılmaya
başlandı. Aksiyoncu ve reaksiyoncular, ellerinden
oyuncakları alınmış bebekler gibi önce zırlamaya,
sonra da afallamaya başladılar. Gün geldi, devran döndü,
şartlar değişti... Dünün çocukları
kocaman kocaman adamlar oldular ama o günleri bir türlü
unutamadılar. Hem sağcısı, hem solcusu bir
araya geldiklerinde; “ah o eski günler!..” diye maziyi
yad ederek avundular. Bundan da, sakın ola ülkemizde yaşanan
o eski kaoslu günlerini tekrar geri getirme arzusu taşıdığımız
anlaşılmasın!...
Zamanında davasının sadık neferleri,
mevcuta karşı alternatif sistem savunucuları,
bugün modern hayat tarzını en ince teferruatlarına
kadar benimsemişlerdir. Ülkülerimizi terk ettiğimizden
dolayıdır ki, hep o eski günleri arar olduk. Hem
size dayatılan hayat tarzını, emredildiği
gibi benimseyerek yaşayacaksınız, hem de bu
gidişattan (sözde) şikayetçi olacaksınız...
Bu durum, inandırıcı olmadığı
gibi, kendi içinde en büyük tezatlıktır. Siz bu
tezatlığın kıskacında kıvranırken,
alternatif sunamazsınız çünkü sizde eski
idealizmden eser kalmamıştır.
Ali Şeriatı, idealist insanın özelliklerini sıralarken;
“...çevresinin ürünü olmaktan çok yapıcısı
olduğunu gösteren tek varlıktır o; kısacası,
bu nedenle herşeyi idealine uygun yapmak için didinir de
didinir.(2)”. Sağcısı ve solcusuyla dünün
idealist insanlarından bu çerçeveye oturtulabilecek sayı,
parmakla gösterilecek kadar azdır. Bu durum, hem halk,
hem de aydın bazında sayıya vurduğumuzda
aynı orandadır. Değişiklik, önce toplumun
aydın kesiminde başlayarak tabana yayılır.
Kapitalın, bilimi ve ilmî düşünce sahiplerini
parayla satın alarak kontrolü altına aldığı,
idealistleri susturduğu bir zamanda yaşıyoruz.
Bu durum, sadece belli milletlere mahsus bir keyfiyet olmayıp,
insanlığın geneli için geçerlidir. Nitekim,
Alexis Carrel; “Modern insan, tıpkı ormanda
kaybolmuş bir çocuk gibi, kendi yarattığı
âlemde oradan oraya rahatsızca dolaşmaktadır.”
diyor (3). Dinsizler, hayatı zaten sadece yaşadığımız
bu alemden ibaret olarak görürken, “Geleneksel insan için
dünya ve dünya ötesi olarak iki alem birer gerçeklik
olarak vardı. Bunlar arasında etkin bir ilişkinin
kurulması, her tür yüksek medeniyet ve hayat şeklinin
ilk şartıydı. Sonra bu ilişki koptu. Bütün
ihtimaller tek alemde, beşeri ve geçici dünyada yoğunlaştırıldı.
Bulanık esintilerin çağrıştırdığı
günlük hayaller, öte alemin yerini aldı.(4)”.
Postmodern medeniyetin geldiği noktayı yine Batılı
düşünürlerden dinleyelim: Will Durant’a göre bir
medeniyetin yıkılış sebepleri “ o
medeniyeti doğuran kaynakların kaybolması veya
bozulması, zihnî veya ahlakî hayatın bozulması,
yetenekli insanların cinsî verimsizliği, cemiyet önderliğinin
soysuzlaşması, zenginliğin belli ellerde
toplanmasıdır. (5)”.
Gayemiz, medeniyet düşmanlığı yapmak, Batı’dan
gelen ve Batı kaynaklı herşeyi bir şuuraltı
tepkisiyle reddetmek asla değildir! Globallaşan dünyada
siyasî, iktisadî ve sosyal hadiseler o kadar birbiriyle iç
içe geçmiştir ki, A.B.D’nin hapşırması;
Avrupa’nın nezle olmasına, onların nezle
olması da; bizim zatüreye yakalanmamız demektir.
Beyin ürününü ortaya koyabilenler, mesuliyet duygusundan
hareketle gerekeni yaparak, teklif/tenkid ve tesbitlerini ulaşabildiği
okuyucusuyla paylaşmalıdırlar. Bizim de
gayretimiz, çöküşe yüz tutmuş sistemlerin körü
körüne müptelası olmaktan milletimizi, hatta insanlığı
uzak tutmaktır. Topraklarımız, insanî beyin gücümüz,
millî-manevî değerlerimiz, İslâm âlemi olarak sömürgeleştirilme
tehditi altındadır. Kendi basiretsizliğimizden
kaynaklanan hatalarımızın müsebbibini hep Batı’da
aramaya devam edersek, şimdikinden daha beter çöküntünün
altından bir daha kalkmamız mümkün olmayabilir. Bu
noktada M. Hofmann’ın, “...İslâm dünyası
sömürgeleştirme yüzünden çökmemiş; çökmeğe
yüz tuttuğu için sömürgeleştirilebilmiştir.(6)”
gibi yerinde tesbitine katılmamak mümkün değildir.
Bugün itibatıyla genelde dünya insanlığı,
özelde ise müslüman milletler bir modernizm akımının
önünde sürüklenip gitmektedirler. Bu akımın doğuş
yeri olan Batı’da (çareler aranmasına rağmen)
henüz daha ikinci bir seçenek ortaya konulamamaktadır.
Fakat aynı çaresizlik ve tıkanmışlık
müslüman milletler için, hele hele Türkiye için hiç mi
hiç sözkonusu olamaz! Çünkü, henüz daha kendi
rezervlerimizi kullanmaya bile teşebbüs etmiş değiliz.
Genç, azimli ve fırsat verilirse tarihden gelen
birikimlerini de kullanarak hem kendi coğrafyasına,
hem de dünya insanlığına sunabilecek daha büyük
medeniyet projeleri olan bu milletin, önündeki engeller kaldırılmalı,
ufku açılmalıdır. Bu da, dayatılan global
düzene karşı şuurlu bir hayat anlayışının
hayatiyet kazanmasıyla mümkündür. Modernizm adına
insanî, ahlakî ve millî ideallerimizin olmaması demek;
kendimizi inkâr, geleceğimizi ipotek altına
sokturmak demektir. Modern
ve medeni olmak demek; onlar adına sunulan herşeyi
kabullenmek demek değil, tam tersine; çağdaşlık
ve medeniyet adına idealist insanların fikriyat ve
fiiliyatta öncü rolünü üstlenmesi demektir.
(1): Ali Şeriatı,
Marksizm ve Diğer Batı Düşünceleri, s. 40
(2): a.g.e, s.32
(3): Yümni Sezen, Hümanizm ve Atatürk Devrimleri, s. 106
(4): a.g. eserde Julius Evola’dan iktibas, s.107
(5): a.g.e, s. 107
(6): Dr. Murad W. Hofmann, 3.Binyılda Yükselen Din
İslam, s. 62
YAZARIN
DİĞER
YAZILARI:
SAYFA
BASI
|