TİRYAKİLİK
Bir arkadaşım sigarayı nasıl bırakamadığını anlatmıştı
bana. Sigaranın ne menem bir şey
olduğunu, bırakmanın avantajlarını
bol resimli bir kitapta okuduktan sonra etkilenmiş ve
bırakmaya niyetlenmiş. İki üç gün süren bir ayrılıktan
sonra, sigarayı bırakmasının önündeki engelleri sıralarken;
sigaraya başlama gerekçelerinin yanında bir sürü yeni
gerekçeler/nedenler edinmişti. Özetle
sigara onun için bir kimlik, bir iç
içelik oluşturuyormuş, yeni kimliğe
geçiş, daha üstün bir kimlik, hatta
kurtuluş olmasına rağmen,”sanki hayatımda sahip olduğum bir
çok şey elimden alındı, üstelik
bunları kendi elimle veriyordum” demekteydi.
Arkasına sığındığı gerekçeleri de şöyle sıralamıştı:
Sigara içmediği sürece ne çay ne de kahve içememişti.
Ben sadece sigaranın dumanını keyifle tüttürmeyi
özlemedim diyor ve ekliyordu: Sigara
ile kurulabilen köprüleri, sigara
paketinin jelatinini kibarca açmayı,
külünü işaret parmağımla hafifçe dokunup dökmeyi,
hatta kibriti çakışımı, ibola
çakmakla sigara yakışımı,birine ateşinizi alabilirmiyim
demeyi bile özledim demişti.
Benzer bir itirafı da ünlü sanatçı Münir Özkul’dan bir
TV programında izlemiştim. içkiyi
kesinlikle bırakması gerekiyor ama çok ciddi bir gerekçe!
ona engel oluyormuş. Çakırkeyif bir
halde İstanbul boğazına bakıyor ve şöyle diyormuş: “Ey
deniz! ben içkiyi bırakırsam sana hangi kafayla,
hangi gözle bakacağım” .
Bu hatıraları neden naklettim? Türkiye niçin değişim
engelli hatta kaba deyimiyle değişim özürlüdür? Değişimi
neden sorunsal olmaktan çıkarıp pratik yapamıyoruz?
Tarihsel boyutuna kısaca göz atarsak;
sanayi devrimi öncesi derebeylik süreci yaşayan
Avrupa toplumunda, toprakla alınıp satılabilen (serf) bir
hayat tarzı vardı. Osmanlı toplumu ise tımar sistemi ile
daha özgür bir yaşam tarzı sunuyordu köylüsüne.
Keşifler, buhar ve diğer sanayi
makinelerinin icadı ile Avrupa’da yapısal değişim
başlamıştı. Bilimde ve teknolojide
kaydedilen aşamalar, doğal sonuç olarakta üretim tarzını
değiştirmiş oldu. Eskiye oranla
ticaret hacminde büyük bir artış sağlanmıştı.
Üretim ve mülkiyet ilişkilerini değiştiren bu
gelişmelerin, sosyolojik alanı da
etkilemesi kaçınılmazdı. Artık kol
gücünün yerini makineler almıştı, serf hayatı yaşayan halk,
bundan böyle feodal beylerin toprakla alıp sattığı
bir halk değildi. Yeni süreçte halk
makineleri kullanarak sadece emeğini satıyordu.
Kısaca serf’likten fabrika işçiliğine bir geçiş söz
konusuydu. Mülkiyetin sahibi Feodal beyler de yerlerini
burjuvaziye terk etmek zorunda kalmıştı.
Sanayi devrimi ile burjuvazi su üzerine çıkarken,
Fransız ihtilaliyle de bireysel hak ve özgürlükler su
üzerine çıkıyordu. Avrupa bütün bu
değişimleri yaşarken tarım toplumunun süper gücü Osmanlı’da
kayda değer bir gelişme olmamıştır.
Dolayısıyla bir burjuva kültürü yoktur. Değişimi yapması
gereken bireyin yerini de devlet almıştır.
Bugün bile bu yapıyı değiştirebilmiş değiliz.
Büyük bir gelişme olmasına rağmen,
AB müktesebatına uyumun tepeden inme yönünü
görmezlikten gelemeyiz. Dış dinamiklerin etkisi ile iç
dinamiklerini hareket ettiren bir toplum yapısından
çıkamadık.
Batının başarısında unutulmaması gereken önemli bir
noktayı da inkar edemeyiz. Batıda bu
süreç hiçte kolay olmamıştır. Uzun
bir tarihi maratondur. Antik Yunan
düşüncesinden başlayarak, Rönesans,
bilimsel devrimler, siyâsî devrimler,
sanayi devrimi, aydınlanma ve
karşı aydınlanma devrimleri çok önemli kazanımlar olmasına
rağmen; bu aşamaları geçerken batı
tarihi, sabıkalarla doludur. Örneğin
tarihçi Braudel bu durumu şöyle açıklar “ Bellum omnium
mater “ (Her şeyin anası savaş) batı medeniyetinin
oluşmasının arka planında yatan temel, güçtür.
Çok şey tahrip olmuştur, ama sonuçta başarı ve bu
günkü batı medeniyeti vardır.
Peki! biz ne yapacağız? değişim denen ürün önümüzde.
Değişimi başaranlar da, örnek olay olarak karşımızda,
o halde neden değişimi gerçekleştiremiyoruz?
Çünkü değişmesi gereken,
değişimden en fazla etkilenen biz olacağız, bir
başkası değil. Bunun için değişime en
fazla tepkili olanda biziz. Tabii ki
değişimden etkilenme (fedakarlık,
egemenlik/yetki terki) oranı sade vatandaştan yukarıya doğru
artan oranlı bir yoğunluk taşısa da, toplumun her katmanı
değişimi hazmetmek zorunda. Biraz
daha açarsak devletin sivil, asker
bütün kurumları, siyaset kurumu,
iş dünyası, sivil toplum
kuruluşları,vatandaş etkilenmeyi göze almada sağlam iradeyi
ortaya koyabilecek mi?
Eğer biz tiryakiliği/alışkanlıklarımızı terk etmeyi
içimize sindiremez de; ibola çakmağı
özlersek değişim bir hayaldir.
Ne zaman Münir Özkul’un deyimiyle ayık bir kafayla
denize bakmayı göze alırsak, değişim
öykü olmaktan çıkar ve başarı kaçınılmaz olur.
SAYFA
BAŞI
Yazarın diğer yazıları:
TİRYAKİLİK
Siya
Viya
SAYFA
BASI
|