DİYALOG
Prof.
Dr. İbrahim Ortaş
|
|
iortas@cu.edu.tr
|
ÜNİVERSİTE : GİRMEK Mİ,
ÇIKMAK MI DAHA ZOR?
Öğrenci
ÖSS'de istedikleri bir fakülteye girmek için kan ter içinde
kalırken, üniversiteler ise yeni mezunlarını diploma
törenleriyle uğurlamaya çalışıyor. Bir yandan yenilere
altyapı ve ümit sağlayamıyor üniversiteler, diğer yandan
gidenlerin beklentilerini karşılamıyor diplomalar.
İlköğretimden başlayan ve sınava yönelik ezbere dayalı
anlayışla gelecek kuşakların yetiştirilmesi olası
gözükmüyor. Mezunların kültürel alt yapısının tam olarak
oluşmaması, kendini ifade edememesi, yabancı dil bilmemesi,
yaratıcılık ve araştırıcılık ruhunun olmaması kimileri için
"başarı" göstergesi sayılsa da, akademik yaşamla örtüşmüyor.
Bir yandan yaratıcı elemanlar aranırken, diğer yandan torna
tesviyeden çıkmış on binlerce diplomalı işsiz dikkatlerden
kaçmıyor.
Sorun Öğrenciden Değil,
Sistemden Kaynaklanıyor.
Bunun nedeni de iyi organize olamamamızdan ve bütünsel
bakamamamızdan kaynaklanıyor. Her ne kadar Prof. Dr.
Bahattin Baysal (CBT Sayı 1005) benim bu konudaki
eleştirilerimi "kaos" olarak tanımlıyorsa da ben yine de
iğneyi kendimize batırmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu
ülkenin ilk orta ve yüksek eğitim sisteminin çalışmadığını
ve arzulanan öğrenme ortamının oluşturulamadığını,
öğrencilerimizin istenilen nitelikte donanımlı olarak mezun
olmadıklarını herhalde tekrarlamaya gerek yok. Üniversiteler
bugün evrensel anlamda bilim, sanat ve felsefe ortamları
oluşturamıyor; en temel sorma becerisini veremiyor, bir
problem veya argüman geliştirme becerisi sağlayamıyor.
Gençliğin ve düşüncenin "tehlike" olarak algılandığı bir
yapı da, önümüzdeki kısa süreçte de, bu yönde olumlu bir
ışık gözükmüyor.
Üniversite Ortamı Sağlayamadık
Bugün üniversiteler öğrencilerin farklı felsefi tartışma
ortamlarında kendilerini buldukları, dünya görüşlerini
geliştirdikleri, hayata bakış açıları kazandıracak yol
haritaları çizebildikleri ortamlardan çok uzakta. Üniversite
öğrencileri ve öğretim elemanları üzerine yapılan surveyler;
etnosentrik değerlerin kutsanması dışında "okur yazarlığın"
sınırlı kaldığı bir gruba işaret ediyor. Bu yönü ile Sayın
Cahit Arf hocanın belirttiği gibi üniversiteler yüksek
ortaokul düzeyinde eğitim veriyorlar.
Burada
öğrencilerin hiçbir kabahatinin olmadığını, tersine gerçek
üniversite ortamı yaratamayan mevcut yapılanmanın sorumlu
olduğunu düşünüyorum. Bugün üniversitelerimiz bilim tarihi,
bilim felsefesi, uygarlık tarihi, insan kaynakları, ekonomi
ve girişimcilik, epistemoloji ve metodoloji becerileri
kazandırmaktan uzak öğretmen merkezli derslerden oluşuyor.
Derslerde uygulama yok, tartışma yok, dönem ödevi yok, proje
yok, olanlar da zar zor yapılabiliyor. Araziye çıkacak araç
bile temin edilemiyor. Açıkçası üniversitelerde dersler
varolan bilgilerin nakline dayanıyor. Nakli bilimler
anlayışı en yaygın durum. Kaldı ki nakli bilgileri de ne
kadar öğrendiğimiz ve öğrettiğimiz meçhul.
Biz
eğitimciler olarak, bölüm başkanları, dekanlar, rektörler
olarak bu sorunları ne kadar sahiplendik, ne kadar ilgili
girişimlerde bulunduk? Eğer istenilen bir eğitim ve bilim
yapma ortamı olsaydı bugün hiçbirimizin konuşmasına
gereksinim olmazdı. Asıl sorun varolan bunca soruna sesimizi
çıkarmamak, her koşulda YÖK'ü savunmak, yöneticilerimiz
hangisi koltuğa oturuyorsa o iyi yapıyor demek midir?Yoksa
aksayan yönleri medeni bir şekilde anlatmak mıdır? Sanırım
üniversitenin kendisi bir eleştiri ortamı olduğu için hem
kritik edeceğiz, hem de çözüm üretmeye çalışacağız.
Başta Milli
Eğitim, YÖK ve üniversite üst yönetimleri olmak üzere
"hocalar" beşikten mezara kadar süren öğrenme sürekliliğini
esas alarak sorunları belirlemek ve olası çözüm önerilerini
oluşturmak durumundayız. Anadolu ve Fen Liselerine
diğerlerinden ayırarak taşıdığımız küçük bir orta sınıf
azınlığın değil, tüm gençliğin geleceğine sahip çıkmalıyız.
ÖSS Yerine, Felsefi Olgunluk Gibi
Göstergelere İhtiyaç Var.
Gelişmiş batı üniversiteleri üniversiteye giriş için belirli
standartlar geliştirmiş. Bazı ölçütlere ihtiyaç var, ancak
bugünkü sınav sistemi tek sınava dayandığı için yetersiz
kalıyor. Lise eğitiminin başarısı, ağırlıklı ortalaması,
liselerin niteliğinin etkisi ve sınav sonuçlarının
bütünleştirilmesi gerekiyor. Ayrıca Fransa ve Almanya'daki
gibi bir lise bitirme sınavına gereksinim bulunuyor. Batı
toplumları çok iyi bir lise eğitimi ile gençlerini lise
sıralarında üniversiteye hazırlıyor. Özellikle de
Fransa'daki Bakalorya sınavı türünde bir genel sınava
gereksinim bulunuyor. Server Tanilli 16 Haziran 2006 tarihli
köşesinde "Fransa'da Felsefe Bakaloryasından..." başlıklı
yazısında 12 Haziran 2006 tarihinde Fransa'da liseyi
bitirenlerin, bir üst okula ya da üniversitelere gidebilmek
için "bakalorya" adı verilen bir sınavdan geçtiklerini
hatırlatıyor. Fransa'da artık gelenek haline gelen ve
Fransızların olgunluğun ölçüsü olarak kabul edilen felsefe
sınavı en çok ilgi çekenidir. Fransız eğitimi, felsefeyi
önemsiyor ve gençlerini erken dönemde kendilerini hayata
hazırlamaya, düşünme ve düşündürtmeye yani olgunlaşmaya
ağırlık veriyor. Felsefi bakış açısı kazandırmak; kültürel
birikim, tartışabilme ve yaratabilme sanatı olarak
görülüyor. Tanilli, felsefe için hayata akıl penceresinden
bakabilmek değil mi? diyerek felsefenin anlamlı bir tanımını
yapıyor.
Tanilli'nin
belirttiğine göre Galatasaray Sultaniyesi'nde 1869 da
başlayan ve 1954 yılına kadar devam eden olgunluk sınavı bu
tarihten sonra kaldırıldı. Hatırlanacağı gibi bu dönemler
eğitimde kırılma noktalarının olduğu dönemlerdir. Köy
Enstitülerinin kapatılması da bu döneme denk düşmektedir. Bu
dönemin getirisi ve götürüsünün eğitimciler tarafından
yeniden incelenmesinde yarar bulunuyor.
Geçen hafta
yapılan ÖSS sınavında sorulan sorulara bakarken acaba her
şeyi ile sınava kilitlenen Türkiye halkı ne öğrendi?
Çevremdeki bir çok insana mini bir anket ile sınavda çıkan
sorularda ilgini çeken seni düşündürten ne vardı(?) diye
sordum. Cevap yok.
Aklımda
geçen, tam da toplumun tamamı bu tür sınavlara
kilitlenmişken, acaba bir zamanlar yapılan olgunluk
sınavlarını yürürlüğe koysak, bu yolla toplumumuzu toptan
düşünmeye sevk ettirsek, daha iyi olmaz mı?
Sayın
Tanilli'nin aktardığı soruları bir haftadır düşünüyorum;
acaba ben Fransa'da bir öğrenci olsaydım ve bu sorular bana
sorulsaydı neler söylerdim? Konu önemli olduğu için sizin
ile paylaşmayı uygun gördüm.
Sorular
Görevlerimizi, yalnız ötekilere karşı mı yükleniyoruz?
Zamanla yarışmanın bir anlamı var mı?
Mutluluğu gerçeğe yeğlemek gerekir mi?
Bir kültür, evrensel değerler taşıyabilir mi?
Bir kültürün değerini nesnel olarak ortaya koyup yargılamak
mümkün müdür?
Deneyim, ne olursa olsun, ortaya bir şey koyabilir mi?
Ayrıca
İngiliz filozof John Locke'un "mülkiyet", yine İngiliz
filozof John Satuart Mill'in "toplumun temeli olan güven" ve
Fransız filozof Alain'in "sosyal örgütleniş" metinlerini
yorumlamaları isteniyor.
Değişik
konularda okumayı seven, felsefeden hoşlanan ve beni
zenginleştirdiğini düşündüğüm ve felsefi düşünen kişiler ile
sohbetlere katılmayı benimseyen biri olarak ben bile bunları
yanıtlayabilmek için epey bir "nitelikli zamana"
(olgunlaşmaya) gereksinim duyardım.
Pekâlâ,
Fransızlar öğrencilerine ne öğretiyorlar veya bizler 1954
yılına kadar öğrencilerimize ne kazandırıyorduk? Yaşı
ilerlemiş insanlarla karşılaşınca onlardan birikimlerini
öğrenmek için ve onlara geçmişteki eğitim kalitesi ve o
dönemdeki yöntemi öğrenmeye çalışırım. Genelde söylenen,
geçmişte lise mezunlarının bir çok konuda yaşamı
kavrayabildikleri yönünde. O dönemin en önemli özelliği
arasında felsefe dersleri yanında sanat, komposizyon ve
tartışmacı eğitim sisteminin, bütün eksikliklerine rağmen
günümüzden daha iyi durumda olduğu oluyor.
Okuma Hatası ve Anlama
Güçlüğünü Bile Aşamıyoruz.
ÖSS sınav öncesi öğrencilere yapılan uyarılar arasında
"okuma hatası ve anlama eksikliğinden" söz ediliyor.
Dikkatli olun demek güzel ancak yetersiz. Ortaokulda, lisede
sınav kaygısı nedeniyle kitap okuma alışkanlığı
kazandırılamamış, el becerisi olmayan, felsefe ve
kompozisyon becerileri geliştirilememiş bir gençliğe
dikkatli olun dendiğinde, artık zurnanın son deliğine
gelinmiş oluyor. Son yıllarda beden eğitimi, müzik, resim
gibi dersler boş geçmekte, felsefe derslerine alan dışı
dersi öğretmenleri sokulmakta; varsa yoksa sınav ağırlıklı
test'e verilmeye başlandı. Bunların öğrencilerimizin yaşamla
bağlarının kopmasına neden olduğunun farkında mıyız? Kişinin
yaşamı anlaması, ona anlam katması ve bunun yarattığı
mutluluk nice sınavı kazanmaktan daha önemli değil mi?
Sınavı kazanmak önemli ancak hepsinden önemlisi kazandığı
şeyin ne olduğu, bunun kendisine ve toplumuna katkısı ve
insanlık için ne yapacağı bilincinin olmasıdır. Çok sayıda
sınav kazanmış kişi tanırız ancak halen yaşamı kavrayamadığı
için ne kendisi mutlu ne de ailesi ve çevresine bir katkı ve
mutluluk katabiliyor.
Uygarlık
artık bir ülkenin yetişmiş insan gücü ile tanımlanıyor.
Ülkemizin yetişmiş insan gücü ile Avrupa'nın en yoksul
ülkesi olması arasındaki ilişki açıkça görülebilecektir.
Özet olarak,
üniversiteye girmek için birbirleri ile yarışan
gençlerin geldikleri ortamda iyi yetişememeleri,
üniversitelerin aranılan ortamına sahip olmamaları bugün yüz
binlerce diplomalı işsizle sonlanan on yıllarımıza mal
oluyor. AB, ABD veya birileri gelip sorumalarımızı çözecek,
bizi aş iş sahibi yapmayacağına göre her birimiz sorumluluk
almamız gerekiyor. Ciddi reformlara, bunun için de her
şeyden önce ciddiyete ihtiyacımız var.
SAYFA
BAŞI
Yazarın
diğer
yazıları:
Üniversite:
Girmek mi, çıkmak mi zor
Şiddet
ve Eğitim Sitemimiz 1
Kuş
Gribi ve Bilime Verdiğimiz Önem
Yeni Yıl
Bilim ve Üniversitelere Ne Getiriyor, Ne Götürüyor?
SAYFA
BASI
|