PADİŞAHIM ÇOK YAŞA
Toplum olarak tutucu/statik bir yapımız olduğunu
düşünüyorum. İlk bakışta toptancı bir yaklaşım olarak
görülebilir ama beni böyle düşünmeye yönlendiren kronolojik
argumanlar var.Tarih boyunca büyük değişimleri takip etmede,
yeterli performansı gösteremediğimiz gibi direndiğimiz
alanlarda çok oldu.
Tarım devrimi, tarım toplumunu ortaya çıkararak,
göçebeliği ortadan kaldırırken; biz uzunca bir süre
göçebeliğe devam ettik. Sanayi devrimi ile üretim, tüketim
kavramları kökten değişti, sosyo külterel
dönüşümlerin/değişimlerin yaşandığı dünyada biz tarım
toplumu olmaya devam ettik. Şu anda dünya bilgi çağını
yaşıyor biz ise hala tarım toplumu kültüründen,feodal
reflekslerden sıyrılabilmiş değiliz.
Fırsatları ya ıskalıyoruz yada çok geç kalıyoruz.
Tarımsal ekonomiye dayalı toplum düzeni çağlar boyu sürmüş
olmasına rağmen, sanayi çağı iki asır sonra yerini bilgi
çağına terk etmişir. Bu çağın ömrünün diğerlerinden daha
kısa olacağı kuşkusuzdur. Uluslararası şirket sahipleri ile
bazı kral/sultanlar (Brunei sultanı gibi) sanayi döneminin
en zengin kişileri iken, bu gün Bill Gates dünyanın en
zengin kişisi olma ünvanını yakalamıştır.
Toplum olarak iki kez sıçramak zorundayız. Türkiye’nin
artık zaman kaybına tahammülü yoktur. Hala çağa direnen bir
yapıyı terk edemedik. Oysa biz çağla yarışan bir toplum
olmak zorundayız, ikinci dünya savaşının mağlupları bu gün
galipleriyle aynı hizada sıralanırken, savaşa katılmamış,
kayıpları olmamış bir ülke olarak bulunduğumuz konumun
nedenlerini sorgulamadan edemeyiz.
Biz 1839 yılında “Tanzimat Fermanı” ile, Japonya ise
1868 yılında “Meiji Reformu” ile modernleşme yolunu seçmiş
iki ülkeyiz. Biz birinci dünya savaşının mağlubu, Japonya
ise ikinci dünya savaşının mağlubudur. Biz Osmanlı’nın
külleri üzerinden yeni bir devlet çıkardık. 23.Nisan.1920
tarihinde Sinop Milletvekili Şükrü Bey “Bu Yüksek
Meclisin en yaşlı üyesi sıfatıyla ve Allah'ın yardımıyla
milletimizin iç ve dış tam bağımsızlık içinde alın yazısının
sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip, kendi kendisini
yönetmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek, Büyük
Millet Meclisi'ni açıyorum." Diyerek ;kurtuluş savaşı ve
cumhuriyetin ilanına dolayısıylada modern devlete giden
yolun müjdesini vermişti. Meclisimizin iradesi bir bir
gerçekleşmiş ve 1923 yılında Cumhuriyet resmen ilan
edilmiştir. Bizim devlet kurduğumuz 1920 yılından tam 25 yıl
sonra Japonya, Hiroşima ve Nagasaki kentlerine atılan atom
bombalarıyla yerle bir edildi. Bu gün Türkiye’de kişi başına
düşen milli gelir 5.000 dolar, Japonya’da ise yaklaşık 7-8
katı. Avrupa Birliği ortalaması 5-6 kat fazla. Dünya
ülkeleri hızla kalkınırken; biz nelerle uğraştık.
Kuruluştaki (1920-1940) ve devamındaki hızımızı,
heyecanımızı kaybettik. Oysa Cumhuriyetin ilk 20 yılında
“Atatürk devrimleri” ile, modern çağı yakalama noktasında
büyük bir değişim ve dönüşümün yaşandığını biliyoruz.
İkinci dünya savaşı ve konjonktür bizi çok partili
sistemle buluşturdu. Fakat bir türlü demokrasiyi
içselleştiremedik.(1940-1960) döneminin kısır çekişmeleri ve
hazımsızlıkları bizi demokrasi dışı bir otama sürükledi ve
darbeli demokrasi dönemine geçtik. 27 mayıs müdahalesiyle
de; bakan, başbakan asarak, genç demokrasimizde yasaklı
siyasiler devrini başlattık.
1960-1980 dönemini ise: ideolojik kavgalarla geçirdik. Bu
dönemde de demokrasimizi iki kez 12’den vurduk.(12 Mart 1971
ve 12.Eylül 1980 darbeleri)
1980-2000 döneminde de araya bir darbe sıkıştırmayı
ihmal etmedik, yine bu dönemin göze çarpan
çirkinliklerinden, devletin modern bir biçimde soyulması,
çeteler, mafya ve kayıtdışı ekonomi son yirmi yılımıza
damgasını vurmuştur.
Kayıtdışı ekonomi ile ilgili çok basit bir
karşılaştırma yapmak istiyorum.
15-18 Aralık tarihlerinde Bulgaristan’a kısa süreli
bir ziyarette bulundum. Kırcaali, Smolen ve Filibe (Plovdiv)
illerini görme fırsatım oldu. Bir fincan kahve için bile,
siparişiniz sisteme işlenip kayıt altına alındıktan sonra
hizmetin sunulduğuna tanık olduk. Her gittiğimiz yerde
dikkatimizi en çok çeken nokta bu kayıt içi davranış
biçimiydi.
Bu durum Türk sınırından başlıyor, Tır şöförlerinin
durak yerlerinde de var olduğu gibi, Pamporovo’daki en lüks
otellerinde de var. Bulgaristan daha dün sosyalist sistemden
dönüş yapmış bir ülke. Ama toplum olarak değişimi, dönüşümü
bu kısa süre içerisinde başarılı bir şekilde uygulamışlar.
Bizde ise ekonominin yarısı hala kayıtdışıdır.
Cumhuriyet dönemini reformlar noktasında ele alırsak;
dört ana başlıkta sıralamak mümkündür.
Atatürk, devrimleriyle: modern devlete ve cumhuriyete
geçişi sağlamıştır. Bize ilerlemeye, değişime açık bir yapı
bırakmıştır. İnönü çok partili sisteme geçişimizde rol aldı.
Özal ise; serbest piyasa ekonomisi dönüşümlerini
sağlamıştır, son reform hareketleri ise içinde bulunduğumuz
dönemdir.
Her reform hareketinin de inanılmaz ölçüde dirençle
karşılaştığını biliyoruz. Ama bildiğimiz bir şey daha var.
Reformları liderler yapar. Liderler risk alabilen,
karizmatik ve kararlı insanlardır. Lideri yöneticiden ayıran
temel özellik te burada yatmaktadır. Yönetici
şirketi/işletmeyi yönetir. Lider ise şirketi/işletmeyi kuran
kişidir.
Aslında bugün demokratikleşme diye bir sorunumuz
olmamalıydı. Demokratikleşmede neden bu kadar geciktik.
Demokratikleşme diyorum çünkü sorun burada yatıyor. Çok
partili dönemde keşke yaşanmasaydı dediğimiz olaylara bir
bakarsak tam bir paradoksla karşı karşıya kaldığımızı
görürüz.
1960 darbesiyle DP tasfiye edildi, yasaklandı. Yerine
kurulan, devamı olan AP üst üste iki seçim kazandı.
1971 de Demirel’e muhtıra verildi ve iktidardan
uzaklaştırıldı, o dönemde solun üzerinden adeta silindir
geçti. Takip eden süreçte Demirel ikisi koalisyon (MC
hükümetleri) biride azınlık hükümeti olmak üzere üç hükümet
kurdu, sol hareket ise eski hızıyla yoluna devam etti.
1980 yılında bir darbe daha yapıldı. Demirel, Ecevit,
Erbakan ve Türkeş yasaklandı. Atatürk’ün kurduğu CHP dahil
bütün siyasi partiler kapatıldı. Demirel’in Başbakanlık ve
DPT müsteşarı, MSP’nin de İzmir adayı Turgut Özal dönemin
darbe lideri ve Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in açıkça karşı
çıkmasına rağmen (1983 ve 1987) iki seçim kazandı. Ne
gariptirki 1989 yılında da Kenan Evren’den
Cumhurbaşkanlığını devir aldı. Yasaklı liderlerden Erbakan
ve Ecevit Başbakanlık yaptılar, Demirel Başbakanlıktan sonra
Cumhurbaşkanı da oldu. Kapatılan ve aynı isimle bir başka
siyasi parti kurulamaz yasağı kalktı. CHP tekrar siyaset
sahnesindeki yerini aldı.
28 Şubat’ta bir darbe daha yaşandı. Erbakan
Başbakanlıktan uzaklaşmak zorunda kaldı. Refah Partisi
kapatıldı. İstanbul Büyük Şehir Belediye başkanı Recep
Tayyip Erdoğan hapse atıldı, yasaklandı. Yasaklı bir lider
olarak parti kurdu, kendisi seçime sokulmadı. Ak Parti 1950
seçimlerinden sonra ilk kez yaşanan bir başarı ve meclis
yapısıyla iktidara geldi. Yasak kalktı ve bugün Recep Tayyip
Erdoğan Başbakan.
1982 anayasasını %92 evet diyerek kabul ettik.Bugüne
kadar 70 civarında maddesini değiştirdik. Kaldırdığımız
maddeler var. Halen anayasa değişikliğine gereksinim
duyulmakta. Cumhuriyet döneminde 59 hükümet kurduk. Bundan
çıkan sonuç istikrar açısında ürkütücüdür. Çünkü
hükümetlerin ortalama ömrü birbuçuk yıldan daha az bir
süreyi işaret ediyor.
Bu sıraladığım olaylar ve garip sonuçlar, tabiiki
sorgulanmıştır. Ama bu sorgulamalar toplumsal bir boyuta
ulaşamadığı için çok cılız kalmıştır .
Toplum olarak alkışlamayı çok sevdik. Bütün darbeleri
alkışladık. Darbe sonrası yukarıda açıklamaya çalıştığım
paradoksal sonuçları da alkışladık. Bunları neden yaptık,
demokrasi kültürümüz, eğitim düzeyimiz, bunları bir yana
bırakarak birazda ironik bir tesbit yapmak istiyorum:
Alkışladık çünkü bizim kültürümüzde hala “padişahım çok
yaşa” nidaları çınlamakta. Bu da doğal olarak padişahların
işine geliyor.
26.06.06
SAYFA
BAŞI
Yazarın diğer yazıları:
Padişahım
çok yaşa
TİRYAKİLİK
Siya
Viya
SAYFA
BASI
|