GENİŞ
AÇI
Hayrettin Çakmak
|
|
hayrettincakmak@hotmail.com |
KABUK BAĞLATILMAYAN ZIRVALAR
Tıpta /Psikiyatride “paranoya” ve “hezeyan”
sözcükleri için nasıl bir tanım/açıklama yapıldığını merak
ettim ve aşağıdaki sonuçlara ulaştım.
1.
Paranoya:
Aşırı
şüpheciliğin hakim olduğu bir ruhsal dengesizlik/bozukluk
halidir. Örneğin: Kişi eşinin kendisini aldattığını ya da
yakınlarının onu bir şekilde öldürmeye çalıştıklarını
düşünebilir. Hayatını da bu kuruntu/gerçek dışı düşüncelere
göre düzenlemeye koyulur. Artık bu aşamadan sonra kişi her
şeyi bırakıp bütün gün eşini takip edebilir. Yakınlarının
kendisine kurduğu hayalindeki tuzaklardan kurtulmak için
tedbirler almaya başlar. Eve gidiş gelişlerinde yolunu
değiştirir, zehirlenmemek için sürekli dışarıda yemek yer ya
da yemeklerini kendisi pişirir. Bu hayali ölümcül
tehlikelerden korunmak için silah taşımaya bile
başlayabilir.
2. Hezeyan: Akıl ve mantıkla izah edilemeyen,
ikna yolu ile değiştirilmesi mümkün olmayan,
sapmış-hatalı-yanlış düşünce demektir.Yani aslı astarı
olamayan gerçek dışı bir şeye inanma, zırvalama, bir nevi
sayıklama hali. Hatta tıpta hastanın sayıklamasına “hasta
hezeyan” halinde derler..
Bu tanımları neden aldım?
2005 yılı Ağustos ayından 2006 Ağustos’una kadar
Türkiye’de en çok speküle edilen üç konu seçtim ve analiz
etmeye kalktığımda gördüm ki sonuç ancak bu iki tanımla
açıklanabiliyor.
1. Olay Genel Kurmay Başkanı ’ nın atanması
Türkiye’nin uzun süredir gündemini çok gereksiz yere
işgal eden Genel kurmay başkanının atanması tartışmalarıdır.
Merhum Turgut Özal’ın, 1987 yılında dönemin Genel Kurmay
Başkanı Necdet Uruğ’un erken emeklilik isteyip, bu sayede
yerine Necdet Öztorun ’u getirme manevrasına, Özal’ın kontra
manevrasıyla her iki Necdet’in emekliliğiyle son bulan bir
operasyonun hafızalarda bulunması, belki de konunun çok
boyutlu speküle edilmesine yol açtı.
Hatta ana muhalefet lideri Sn. Baykal “Sakın ha ağustosta
yanlış bir şey yapma” diye beyanat verdi. Bazı medya
kuruluşları hükümet ordu zıtlaşması için özel gayret
gösterdi. Sn. Başbakan bu iş rutin bir iştir dedi ama ne
çare.
Peki ne oldu? yasal olarak tamamen bakanlar kurulunun
yetkisinde olan bir işlem, yine tamamen bakanlar kurulunun
iradesi ile herkesi şaşırtacak bir hızda tamamlandı. şimdi o
medya kuruluşlarında arzı endam eyleyen köşe sakinlerinin
pişkinliklerini yüz buruşturarak izliyoruz. Öylesine
pişkinler ki ;şimdi de yüzleri kızarmadan Ak Parti’nin
hanesine artı puan yazdırmamak için ter döküyorlar.
Neden ? diye bir soruya gerek yok sanırım, ultrasonic bir
gözle bakınca “gazetecilerin gazetelerini göremiyorsunuz,
onların yerinde patronların gazeteleri var artık”
2.Olay
Yabancıya
taşınmaz mal satışı.
Bu
olay; “satılan vatanım” ,”ülke elden gidiyor” naralarıyla
çok speküle edilen bir konu. Üstelik bunu söyleyen
insanların konumuna baktığınızda; araştırma yapmazsanız
inanasınız gelir.
Yunanlılar Türkiye topraklarını satın aldılar. 14-15 bin
Yunanlı Türkiye’den 13 bin civarında taşınmaz mal satın
almış. Araştırıyorsunuz Yunan vatandaşlarının yüzde doksanı
Türk, yani Türk asıllı Yunan vatandaşı.
Olay milli güvenlik açısından olabildiğince sloganik
ifadelerle istismar edilmekte. Oysa
Tapu Kanunu'nun
da yabancıların Türkiye'de taşınmaz mal alması şu şartlara
bağlıdır:
1. Ülkeler arasında karşılıklılık (mütekabiliyet) olacak.
2. Yabancılara arazi (toprak) satılamaz, sadece imar
planlarına uygun mesken ve işyeri satılabilir.
3. Bir yabancı iki buçuk hektardan fazla taşınmaz mal satın
alamaz. Bu rakamı otuz hektara kadar çıkarmak bakanlar
kurulunun yetkisindedir.(
Atatürk’ün
sağlığında 1934 yılında çıkarılan
kanunla, yabancıların 300 dönüm arazi edinmelerine izin
verildiğini de belirteyim, tabii ki buna kimse itiraz
edemez, aslında bu rakam bu gün 25 dönüme indirilmiş, 300
dönümü ise Bakanlar Kurulu'nun iznine tabi.)
4.
Yabancılara satılacak taşınmazların toplamı, o ilin binde
beşini aşamaz!
Ayrıca stratejik bölge tespitinde kimler var diye
baktığınızda Adalet, Tarım, Kültür ve Turizm
bakanlıkları,Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü
temsilcileri,Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma
Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ve MİT temsilcileri var!
değiştirilen yasa metni okunsa; geçici 2. madde ile milli
savunma bakanlığına “askeri, stratejik ve özel güvenlik”
bölgeleri için çalışma yapması noktasına görev verildiğini
de görecekler. Yine “taşınmaz işlemleri sadece resmi tapu
kaydı ile yapılır. Onun dışındaki 'gizli' senetler, 'gizli'
anlaşmalar hukuken yok hükmündedir. Bütün bunları
söylediğinizde de “Yabancılar mülkleri başkalarının üzerine
alıyor” türünden paranoyak cevapla karşılaşıyorsunuz.
3. Olay Kürt sorunu ve üst kimlik tartışmaları
Geçen yıl Ağustos ayında Sn. Başbakanımız Diyarbakır’da
bir konuşma yapmıştı..
Konuşmasının bir yerinde “ille de bir isim vermek gerekirse
Kürt Sorunu diye bir cümlesi olmuştu.Türkiye’de neredeyse
yer yerinden oynadı ve hala bu konu speküle edilmektedir.
Ana muhalefet partisi lideri de bu tartışmalara katıldı.
Hatta 8.8.06 Hürriyet gazetesinde kendisiyle yapılan
söyleşide
“Kürtlerin
sorunları tabii ki var. Ama "Kürt sorunu" denildiğinde
Anayasal egemenliğin tarifinin değiştirilmesi akla geliyor.
Ayrı bir etnik kimliğin varlığının kabul edilmesi, Türkiye
Cumhuriyeti’nin Türk ve Kürtlerin birlikte kurduğu
cumhuriyet sayılması gibi sonuçlara varılıyor”
diyen Sn. Baykal,CHP ‘nin resmi web sitesinde adeta
sallanıp duran raporu tekrar okusa ve aşağıdaki paragrafları
yeniden kabul ya da reddetse iyi olur düşüncesindeyim. O
raporda yer alan üç paragrafı aşağıya alıyorum.
1.
Ülkemizin çok kültürlü toplum olmasından kaynaklanan, “etnik
duyarlılıklara demokratik çözüm” genel anlayışı çerçevesinde
çözümlenmesi gereken
Kürt
sorunu
ise Türkiye’nin bir iç sorunudur. Ülkemizde çoğulcu
demokrasinin yetersizliğinden kaynaklanan bir ülke içi
demokrasi sorunudur.
2.- “Terör sorununa” karşı “yeni güvenlik”
politikalarının
- “Kürt
sorununa”
yönelik olarak da, “demokratikleşme” ve “bölgesel
sosyo-ekonomik kalkınma” politikalarının, kararlılıkla
uygulamaya konulması, ülkede sorunların kalıcı olarak
aşılmasının ve iç barışın kökleştirilmesinin tek çıkış
yoludur
3. Doğu ve Güneydoğu sorununun, terör ve
Kürt sorunu
boyutlarını da kapsayan genişlikte çözümlenebileceğinden,
ülkemizin bu krizden hızla çıkabileceğinden hiç kimsenin
kuşkusu olmamalıdır.Bu çerçevede, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’nun ve bölgedeki insanlarımızın yaşamakta olduğu
olumsuzluklara, adeta kadere dönüşen sorunlara kalıcı çözüm,
iki mega projenin;
a-)
Demokratikleşme
ve
Yerinden Yönetim
Projesi ile,
b-) Bölgesel Sosyo-Ekonomik Kalkınma Projesi’nin,
kararlılıkla ve eş-zamanlı olarak yaşama geçirilmesi ile
sağlanabilir.
Dikkat edilirse raporda kullanılan dil “kürt sorunu”nu
ayrıca ele alıyor. Getirilen tanımlar Doğu ve güneydoğu
sorunu, terör sorunu ve kürt sorunu adıyla üç ayrı sorun
olarak ele alınıyor.
Devam edelim, siyasi hafızamızı yokladığımızda başka nelerle
karşılaşıyoruz?
Sn. Mesut Yılmaz Avrupa Birliğine giden yol Diyarbakır’dan
geçer demiyormuydu ?
Sn. Demirel Kürt realitesini kabul ediyorum dememişmiydi?
Oysa realite gerçek demektir. Zaten gerçekler sadece kabul
edilir, sorun ise; çözülür. Başka bir deyişle sorun kelimesi
realite’nin yanında hafif kalır..
Akabinde Sn. Başbakanımız “Üst kimliğimiz Türk kimliğidir”
dedi..
Bu cümle de olabildiğince speküle edildi, hala da devam
ediyor.
Aşağıya
aldığım paragrafın dikkatle okunmasını istiyorum.
"Atatürk Milliyetçiliği", Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık
bağıyla bağlı olan herkesi "Türk Ulusu"ndan sayan; etnik
köken, dil, din ve mezhep gibi nedenlerle yapılacak her
türlü ayrımcılığı reddeden, birleştirici ve bütünleştirici
bir anlayışı içerir.
Anayasamızda benimsenen ulusçuluk da, etnik köken, dil, din,
mezhep gibi benzerliklere değil; yazgı, kıvanç, tasa ve ülkü
ortaklığına ve birlikte yaşama isteğine dayanan ulusçuluk
anlayışıdır. Türk Ulusu'ndan sayılmanın tek koşulu
vatandaşlık bağıdır. Bu, Anayasa'nın 66. maddesinde,
"Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes
Türk'tür." söylemiyle açıkça vurgulanmıştır. Maddede,
Türk olmak etnik kökenle değil hukuksal bir bağla
"Vatandaşlıkla" ilişkilendirilmiştir. Ulusal Kurtuluş Savaşı
yıllarında oluşan bu tanım 1924 Anayasası'na da aynı biçimde
girmiştir. Bundan etnik bir anlam çıkarmak doğru
olmaz.
"Türk
Ulusu" kavramı Türkiye'ye gönül bağı ile bağlı olan herkesi
kapsamaktadır. Yüce Önder Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm
diyene" özlü sözü bunu en iyi biçimde
anlatmaktadır.Çünkü,bu söyleyişte "Türk olana" değil,
"Türküm diyene" denilmiştir.
Bütün
bunlardan çıkaracağımız sonuç; Türkiye Cumhuriyeti'nin
kuruluş felsefesinde bulunan ve anayasalarda da yer verilen
Türk Ulusu kavramının bir üst kimlik olarak
kullanıldığıdır. Yüce Atatürk'ün deyişiyle, "Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu
denir".
Yukarıdaki paragraf Sn. Başbakanımızın Diyarbakır
konuşmasından yaklaşık on ay önce Sn. Cumhurbaşkanımız
A.N.Sezer ’in 28.10.2004 tarihli Cumhuriyet Bayramı
mesajından alınmıştır.
Sonuç olarak diyorum ki; bizde bu paranoya olduğu sürece
hezeyan halinden çıkmamız mucizelere bağlı.
10.08.2006
SAYFA
BAŞI
Yazarın diğer yazıları:
Kabuk
Bağlatılmayan Zırvalar
Gençliğim
Eyvah
Konfeti
Demokrasi
Ya
İstikrar ya Seçim
Padişahım
çok yaşa
TİRYAKİLİK
Siya
Viya
SAYFA
BASI
|